16 Eylül 2011 Cuma

Acıdan ve Yalnızlıktan Gelen Bir Adamın Resimleri Üstüne Notlar

(...)
IX/ ACI /YALNIZLIK /UMUTSUZLUK
"Study from the Human Body," 1949
Bacon'ın dünyasının anahtar sözcükleri değil, onun gerçeğini doğrudan doğruya dile getiren sözcükler bunlar. O dünyayı açıklayabilecek, o dünyayı adlandırabilecek sözcükler.
Bacon'ın akrabalarından, yakınlarından söz ederken, Leonardo'nun adını anmadım. Belki yanıldım. Ressam Leonardo ile Bacon arasında bazı yakınlıkların olması gerek. Bu büyük ustanın şu notu, bana öyle geliyor ki Bacon'ı yakından ilgilendirmiştir: "Figürlerine, kişilerin kafasında yer alan düşüncelerin açıklayıcı görünümünü ver."
Leonardo'nun bu kendi kendine verdiği salık, kanımca, Bacon'ın resimlerinde yüzyılar sonra gerçeğini buluyor. Bir farkla: Kişilerin kafasındaki düşüncelerin yerini, burada (Bacon'ın resimlerinde) içinde bulundukları yer alıyor. Ya da, herkes böylesi yalnızlık, acı ve umutsuzluk içinde olmadığına göre, bazı kişilerin diyelim. Ama Bacon, "bazı kişileri" tanımıyor. O kendi (ve kendisi gibilerin) yalnızlığını, acısını ve umutsuzluğunu çizip boyuyor. Bu açıdan onun resmini, yalnız resim olarak ele alamayız. Yalnız güzel, çirkin, başarılı ya da başarısız resimler olarak değerlendiremeyiz.
Bu resimlerde, eşseviciliğin, alkolün, uyuşturucuların birleştirici ya da ayrıcı özelliğini, o çırpınan, o parçalanan, o bunalan, o kendinden başka tutanacak dal bulamayan, o çıplak ampulün altında yalnızlığını yaşayan, o geceleri ya  da sabahları lavabolara kusan, o kendini kapatılmış (ya da daha korkuncu, boşlukta duyan), o yüzünü (kişiliğini) keşfetmek için aynalarda kendini arayan, o merdivenlerden güçsüz bacaklarıyla inen ve o, hep kan ağlayan insanı, sanatçının kendisini ya da benzerlerini görüyoruz.
Gene, büyük Leonardo'ya döneceğim: "Umutsuzu nasıl resmetmeli?" sorusuna şu karşılığı veriyordu: "Umutsuz, bir bıçakla yaralayacak kendini. Giysilerini paramparça edecek. Ve bir eliyle de yarasını parçalayacak. Ayakları ayrık olacak, bacakları bükük. Tüm bedeni yere doğru eğilmiş..."
Bir "resim" tarihçisi değilim, Leonardo'nun bu umutsuz figürünün varolup olmadığını, varsa hangi tablosunda ve bu tablonun nerde bulunduğunu bilmiyorum. Ama bu betimlenen kişiyi, bir süre önce gördüm: Paris'te, Bacon adlı bir adamın resimlerinde.

1977, Ferit Edgü, Şimdi Saat Kaç
(sayfa 30-31)

3 Eylül 2011 Cumartesi

ÇÜRÜMENİN KİTABI'ndan / Cioran (Melankoli Üzerine)

Kendimizden kurtulamadığımız zaman, kendimizi yiyip bitirmenin tadını çıkarırız. Belirgin lanetleri telafi eden Gölgeler Prensi'ni istediğimiz kadar yardıma çağıralım: Hastalık olmadan hastayızdır ve zaafımız olmadan cehennemliğizdir. Melankoli egoizmin düş halidir: Kendinin dışında artık hiçbir nesne, hiçbir sevgi ya da nefret sebebi yoktur; durgun çirkefe aynı şekilde düşüş, cehennemsiz bir lanetlinin o aynı ters dönüşü, telef olma ateşinin o aynı tekrarları vardır. Hüzün derme çatma bir çerçeveyle yetinir; melankoliye ise, asık suratlı ve dağılmasına ve dalgalanmasına bir sınır konmasından çekinen derdini saçmak için bir mekan sefahati, bir sonsuzluk manzarası gerekir. İzzetinefsin en tuhaf çiçeği olan melankoli, kendi usaresini ve bütün zayıflıklarının diriliğini türettiği zehirlerin ortasında serpilip gelişir. Kendini yozlaştıranla beslenerek, kulağa hoş gelen isminin ardında, Mağlubiyet'in Kibri'ni ve Kendine Acıma'yı gizler...

Metis Yayınları, Fransızca'dan Çeviren: Haldun Bayrı

ÇÜRÜMENİN KİTABI'ndan / Cioran (Felsefe ve Fuhuş)

Sistemler ve batıl inançlar görüp geçirmiş olan, fakat hala dünyanın yollarında sebat eden filozof, en az dogmatik olan yaratığın sergilediği kaldırım kuşkuculuğunu taklit etmelidir: Hayat kadınınınkini. O her şeyden kopmuş ve herkese açıktır; müşterinin asabı ve fikirlerini benimser; her vesilede tutum ve çehre değiştirir; ilgisizliğinden ötürü hüzünlü veya neşeli olmaya hazırdır; ticari bir tasayla, iniltilerini esirgemez; üzerindeki samimi komşusunun oynaşmalarına, aydınlanmış ve sahte bir bakış yöneltir - ve zihne, bilgelerinkiyle yarışan bir davranış örneği sunar. İnsanlar ve kendisi hakkında kanaati olmamak: Toplum gibi felsefenin de kenarında yer alan gezici zihin açıklığı akademisinin, fuhuşun yüksek öğretisi budur. Kızları örnek alarak yorgun tebessümde uzmanlaştığı zaman; onun gözünde bütün insanlar yalnızca müşteri, dünya kaldırımları da, tıpkı yoldaşının vücudunu satması gibi, burukluğunu sattığı pazar olduğu zaman, her şeyi kabul eden ve her şeyi reddeden düşünür, "bildiğim her şeyi kızların okulunda öğrendim," diye haykırmalıdır.

Metis Yayınları, Fransızca'dan Çeviren: Haldun Bayrı

2 Eylül 2011 Cuma

KUSURSUZ CİNAYET'ten / Jean Baudrillard

(...) Neyse ki, bize görünen nesneler hep daha önceden kaybolmuş nesnelerdir. Neyse ki, hiçbir şey geceleyin gökyüzündeki yıldızlardan daha fazla gerçek zamanda gözükmez. Eğer ışık hızı sonsuz olsaydı bütün yıldızlar gökyüzünde aynı anda görünürdü ve gökyüzü dayanılmaz bir ışımayla parlardı. Neyse ki hiçbir şey gerçek zamanda olup bitmemekte; yoksa, bilgi içinde bütün olayların nedeni gözlerimizin önüne serilir ve şimdiki zaman dayanılmaz bir ışımayla parıldardı. Neyse ki yaşamsal bir yanılsama düzeni içinde, yokluğun, gerçekdışılığın, şeylerin dolaysızlıktan arınmış düzeni içinde yaşıyoruz. Neyse ki hiçbir şey anlık değil; ne eşzamanlı ne de çağdaş. Neyse ki hiçbir şey ne kendi kendisinin mevcudiyetinin şimdiliği içinde, ne de kendiyle özdeş. Neyse ki gerçeklik gerçekleşmedi. Neyse ki cinayet kusursuz değil. (...)

Kusursuz Cinayet, Ayrıntı Yayınları, Çeviri: Necmettin Sevil

GODOT'YU BEKLERKEN'den / Samuel Beckett

(...)
ÇOCUK: (bir çırpıda) Bay Godot size, bu akşam gelemeyeceğini, ama yarın kesinlikle geleceğini söylememi istedi.
Sessizlik.
VLADIMIR: Hepsi bu kadar mı?
ÇOCUK: Evet, Efendim.
Sessizlik.
VLADIMIR: Sen Bay Godot'un yanında mı çalışıyorsun?
ÇOCUK: Evet, Efendim.
VLADIMIR: Ne iş yapıyorsun?
ÇOCUK: Keçilere bakıyorum efendim.
VLADIMIR: Sana iyi davranıyor mu?
ÇOCUK: Evet, Efendim.
VLADIMIR: Sana iyi davranıyor mu?
ÇOCUK: Evet, Efendim.
VLADIMIR: Seni dövmüyor mu?
ÇOCUK: Hayır, Efendim, beni dövmez.
VLADIMIR: Kimi döver?
ÇOCUK: Kardeşimi döver, Efendim.
(...)

Kabalcı Yayınevi
Çeviren: Uğur Ün, Tarık Günersel

9 Ağustos 2011 Salı

Stefan Zweig ve Freud

         Sonra, daha da kötüledi, dünya durumu, ikinci dünya savaşı başladı. Hem de, Zweig'in yeniden evlenmek için İngiliz nikah memurluğuna başvurduğu günde. Bir süre sonra Freud öldü. Nazilerin Avusturya'yı işgali sırasında Viyana'da bulunan Freud'u, hatırlı kişileri araya koyarak, güçlükle kurtarmıştı. Zweig için Freud'un büyük önemi vardı. İnsanoğlu iç dünyasının derinliklerini araştıran Viyanalı hekim, insanın bilinmez iç yanlarını, ruh çatışmalarını açıklayan ünlü araştırcı, Zweig'in bütün eserlerinin özü olan bunalım ve tedirginlik sorunları için en büyük aydınlatıcıydı. Onu ortaya attığı düşün dirençle karşılandığı günlerden tanırdı. Londra'da yeniden karşılaştıklarında, Freud 83 yaşındaydı:

        "O sıralarda ben, Freud'la, Hitlerciliğin ve savaşın korkunçlukları üzerine sık sık konuşuyordum. Freud, yüreği insan sevgisiyle dolu bir kişi olarak derin bir üzüntü içindeydi; fakat düşünür olarak, böylesine korkunç canavarlıkların patlak vermesine hiç şaşmıyordu... İçgüdüleri kültürün önleyeceğini reddettiğimden kötümserlikle suçlandım, hep, diyordu. İnsan ruhundaki ilkel yok etme gücünün sökülüp atılamayacağı görüşü, şu sıra bütün korkunçluğuyla doğrulanmıştı. Bundan elbette onurlanmazdı. Belki, ilerdeki yüzyılarda bir formül bulunur da hiç değil toplum olarak yaşayan insanların içgüdüleri dizginlenirdi."

5 Mayıs 2011 Perşembe

Yaşamın Ucuna Yolculuk (Bir İntiharın İzinde), Sayfa 57,58

"Denizin dümdüz yüzeyi boyunca sonsuza dek böyle gidebileceği duygusuna kapıldı." (Kitapta yer alan tüm italikler Cesare Pavese'ye ait.)

Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, ne iyi bir konut, ne sizin "medeni durum" dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiçbir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. İstediğiniz düzene erişmek o denli kolay ki... Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki... Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayaşınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla  hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektirik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.


Yaşamın Ucuna Yolculuk, Tezer Özlü